Kim Olduğumuzu Unutmaya Dair

İşlerin yoğunluğunun hafiflediği, yıllık izinlerin alındığı, tatil planlarının yapıldığı şu günlerde, belki de uzun bir aradan sonra durup ne istediğimizi, neye ihtiyacımız olduğunu sorguladık ve çoğu zaman da yüksek ihtimalle cevapsız kaldık.
Çünkü kendimizi hayatın günlük akışı içerisinde bu sorudan öylesine mahrum bıraktık ki, hayatı yalnızca iki zorunluluk arasındaki koşuşturmacadan ibaret kıldık. Yaşadığımız onca kaygı, stres anında zihnimizin bize gönderdiği mesajları görmezden gelip, stres yaratan durumları ortadan kaldırmaya odaklandık. Bir işin başlangıcından sonuna kadarki süreçte yaşamamaya karar verdik.
“Bu işi bitirmeden hiçbir yere kımıldayamam”
“Şu işi de bir halledeyim, sonra…”
cümlelerine esir ettik kısacık keyif anlarını, kendimizi aslında kim olduğumuz, ne kadar değerli olduğumuz duygusundan mahrum bıraktık. Kendimizi işimiz, ödevimiz, projelerimiz yaptık, onlarla var olduk, onların sonucunda üzerimize yapışacak etiketlerin olumsuz olma ihtimalinden kaçtık, kaçarken her bir adımımızı kontrol etme ihtiyacına tutsak olduk.
Aslında hayatımızı doldurmaya çalıştıkça ruhumuzdan çaldık, türlü başarılar peşinde koşarken kimi zaman kimliğimizden, kim olduğumuzdan ödün verdik. Kazandıklarımızın yanında çokça kaybettik. Bazı kimseler tarafından önemli görülmeyen becerilerimizden vazgeçtik, köreldik, herkesçe onaylanmadığı sürece aslında bizi zenginleştiren yanlarımızı terk ettik, eksildik.
Sonra bir gün, hayatı sıkıştırmaya çalıştığımız yaz tatili çıka geldi ve ne yapacağımızı bilemez halde donup kaldık. Zamanın göreceliğine bir kez daha şaşırdık.
Kimimiz yine mükemmeliyetçiliğe sığındı, tatilini boşluk bırakmamacasına programladı. Tatili en iyi şekilde değerlendirilmesi gereken bir zaman dilimi olarak gördü ki büyük ihtimalle performans kaygısına kapılıp, yine alacağı keyiften çaldı.
Kimimiz tatilde ne yapmak isteyeceğine ilişkin belirsizliğin içinde bocalayıp durdu. Kendisini neyin mutlu ettiğini unutmuştu. İhmal ettiği, boş verdiği, ertelediği hayallerine tutundu, geç kalmışlık ve körelmişlik duygusuyla bir kere daha boş verdi. Bir sonraki zorunluluk anına kadar her geçen günün kısalığına veryansın etti.
Kimimiz tatili sevmiyor oluşuyla, tam bir işkolik oluşuyla övündü, oysaki etrafındaki bütün sesler kesildiğinde kendisiyle ne yapacağını bilemez bir haldeydi, dışarıdaki onca gürültünün içinde kendi sesine sağır kalmıştı. İsminin önündeki sıfatlardan birini dahi kaybetse hiç olmaktan korkuyordu.
Durup da bir dinlemiyoruz artık, neredeyiz, ne yapıyoruz, neden yapıyoruz, ne hissediyoruz. O an aslında neye ihtiyacımız var ayırt edemiyoruz.
En çok işleri erteleyen yanımızdan şikâyetçi olurken, aslında en çok kendimizi ertelediğimizin farkına varamıyoruz.
Dinlenme ihtiyacımızı erteliyoruz, keyif ihtiyacımızı erteliyoruz, kutlamaları erteliyoruz, fiziksel aktiviteyi erteliyoruz, sosyalleşmeyi erteliyoruz, isteklerimizi erteliyoruz, hayallerimizi erteliyoruz çoğu zaman zorunluluklarımız hariç her şeyi erteliyoruz.
İşin en kötü yanı da her neyi erteliyorsak, ertelediğimiz yerde bırakıyoruz. Bıraktığımız yere dönmek için zorunlulukların sıfıra indiği bir zamanı bekliyoruz, o zaman hiç gelmiyor, hayatı yakalamak için geç kalıyoruz.
Ertelemeyi seçtiklerimiz yavaş yavaş kopuyor kimliğimizden ve yola kendimizin dahi tanımadığı bir başkası olarak devam ediyoruz.