top of page

Nereye Tırmanıyoruz?

Bize öğretilen “gerekliliklerle”, gerçekten ihtiyacımız olanlar birbirine karışmış durumda. Nereye dayadığımızı bilmediğimiz bir merdiveni son hızla tırmanmaya çalışıyoruz. Herhangi bir basamakta oyalanmaya tahammül edemiyoruz. Belki de bize yeter bir yükseklikteyizdir ama tırmanmaya devam etmeye “zorunlu” hissediyoruz kendimizi.


Rakibi sonsuz ve belirsiz bir yarışın içerisinde hep “en” olmaya çabalıyoruz. “En” olduğumuz an ne olmasını beklediğimize dair ise pek bir fikrimiz yok. Zaten ne olursa eğer “en” oluruz, onu da bilmez bir haldeyiz. “En” olduğumuzu nasıl anlarız, hayatımızı hangi kriterlere göre şekillendiriyoruz, bu kriterleri kim belirliyor bilmiyoruz.


Mutlu olmamız için olması gerektiğine inandırıldığımız onca şeyin arasında belki de hâlihazırda zaten mutlu olabildiğimizi göremiyoruz.


Sahip olmamız gerektiğine inandırıldığımız şeyler üzerinden hayaller kuruyoruz. Bu hayaller uğruna borç altına giriyoruz, sonrasında inandırıldığımız bir başka hayalin peşinden koşmak üzere bu borçları sıfırlamakla uğraşıyoruz.


Kariyer planından kastımız hep en çok para kazanabileceğimiz, en yüksek statüye çıkabileceğimiz bir işe girmek oldu. İlişkilerde hep bize sosyal açıdan, görsel açıdan yakışanı ve yakıştırılanı arıyoruz. Bunların aksi senaryoların "başarısızlık" olduğuna inandırılıyoruz.


Eşimizle, işimizle ışıklar saçıyoruz, dışarıdan parıldarken biz bu ışığın altında körleşiyoruz.


Birilerinin bizim için uygun gördüğü bir hayatın peşinde koşuyoruz, birilerinin bizde gördüğü potansiyeli gerçekleştirmeye çalışıyoruz, birilerinin harcanmaması gerektiğini düşündüğü özelliklerimizi gerektiği gibi değerlendirebileceğimiz ortamlara dahil oluyoruz, o ortamın bizim mizacımıza aslında hiç de uymayan yanlarına gözlerimizi kapatıyoruz. Kendimizi başkalarının bize uygun gördüğü çevrelere ait hissetmek adına çırpınıyoruz, aksi ihtimallere kulak tıkıyoruz.


Bize uygun çevrelerde kendiliğinden gelmesi beklenen bir aidiyetliği yaratmak adına, kendimizi o çevreye uydurmaya çalışıyoruz, kendimize özellik eklemeye, uymayanları çıkarmaya başlıyoruz, özümüzü şeklimizden ayırıyoruz, adapte olmak adına kendimizden vazgeçiyoruz.

Durup da bir düşünmüyoruz mesela. Ben bütün bu "-meli, -malı" cümlelerinden önce kimdim, nelerden hoşlanırdım, nerede mutluydum? Çevremdeki binlerce sesi kıstığımda, kendi sesim bana neleri haykırıyor, durup da bir dinlemiyoruz.


Beklentileri karşılamak adına taktığımız maskeyi çıkardığımızda aynada kiminle karşılaşacağımızı bilmiyoruz...


Kendimizi bunca yıl uğrattığımız haksızlığın bir yerinden tutup da hayatımızı düştüğü yerden kaldıracak gücü kendimizde bulamıyoruz. Çünkü bu gücü aramaya cesaretimiz yok. Çünkü bulduğumuzda, kendi hayatımızı kendi kararlarımızla inşa etmenin sorumluluğu yüklenecek omuzlarımıza biliyoruz.


Yönergelere göre yaşamak bir hafiflikse eğer, buyurun bu hafifliğin tadını çıkarın...


Ancak kaçmaya devam ettiğimiz sürece gerçekten yaşanmamış bir hayatın hayal kırıklığını yüklenmek hiç mi mesele değil?

 

  • Grey Twitter Icon
bottom of page