Sevmek ve Güvenmek İçin Neyi Bekliyoruz?

Kendi yarattığımız bir takım koşulların içine sıkışmış durumdayız. Bu koşullar değişene kadar da harekete geçmemekte oldukça ısrarcıyız. Mesela kendi güven problemlerimizin bedellerini sürekli hayatımızdaki kişiye ödetebiliyoruz. Güvendiğimizde daha iyi hissedeceğimizi, ilişkimizin daha sağlıklı devam edeceğini bildiğimiz halde güvenmeye karşı dirençli ve güvenmek için ihtiyaç duyduğumuz şeyler konusunda da oldukça talepkar olabiliyoruz.
Bazen isteklerimizi gerçekleştirmek adına bizim nerede durduğumuzu, sorumluluklarımızın neler olduğunu, neleri yapabilecek koşullara sahip olduğumuzu göremez durumda kalabiliyoruz.
İstediğimiz şey güvenmek, ilişkiye daha sakin, daha dingin bir şekilde devam edebilmek veya kendimizi ilişkiye bırakmak ve ilişkimizi yoğun duygularla yaşayabilmek olabilir.
Peki, bunun için karşı tarafa yüklediğimiz sorumlulukların ötesinde biz neler yapabiliriz?
Çoğunlukla bu soruya cevap vermeyi atlıyoruz, dahası kulaklarımız bu soruya oldukça sağır bir durumda.
Kendimizi kandırma döngüsü içinde sıkışmış bir haldeyiz.
“Bir de bana şu konuda söz versin, bir de bana şunu alsın, şunu desin, sosyal medya şifrelerini versin, tüm zamanını bana ayırabildiğini görmeye ihtiyacım var, beni ne kadar sevdiğini herkese göstersin, ayrılmayacağımıza yeminler etsin, önceliğinin ben olduğumu görmek için biraz daha zamana ihtiyacım var, sevgimi belli edersem çabalamaktan vazgeçer, güvendiğimi hissederse kesin rahatlayıp başkalarıyla görüşmeye başlar, önceki ilişkilerimde çok yara aldım bu defa kendimi ilişkiye bırakmamalıyım biraz daha zaman geçsin.”
Bu gibi düşünceler zihnimizi meşgul ettiği sürece ilişkide hep karşı taraf odaklı kalırız ve bizim nasıl davrandığımızı, nerelerde hata yaptığımızı, istediğimiz ilişki modelinden aslında ne kadar uzaklaştığımızı ve en önemlisi, kendimiz olmaktan ne kadar vazgeçtiğimizi göremez hale geliriz.
Eğer ki sevgi, saygı ve güvene dayalı bir ilişkiyse istediğimiz, bu talepkar yapımız ve sevgimizi saklama çabamız, beklediğimiz sevgi dolu ilişkinin kurulmasına ne kadar hizmet ediyor olabilir ki?
Belki de, beklentilerimizin karşılanması için uygun ortamın oluşmasına biz engel oluyoruzdur?
Her bir ilişki deneyimi sonrası bir şeyler öğreniyoruz, gerek kendimizle, gerek ilişkilerle ilgili.
Kimi zaman da hayata ve insanlara ilişkin genellemeler yapıyoruz, özellikle yara aldığımız ilişkiler sonrasında.
Kendimize sözler veriyoruz, bir sonraki ilişkimizde her şeyin daha farklı olacağına, aynı hataları tekrarlamayacağımıza dair.
Bazen bu kararlara öyle kaptırıyoruz ki kendimizi, asıl ihtiyaçlarımızı unutup yalnızca tekrar yaralanmamaya odaklanıyoruz.
Tekrar zarar görmeyeceğimizden emin olana kadar ilişkimize tutunmaya, ona iyi bakmaya, kıymet vermeye, özen göstermeye cesaret edemiyoruz.
Bu biraz da, zamanında hiçbir ihtiyacını eksik etmeyerek büyüttüğümüz tüm çiçeklerin bir şekilde solup veya koparılıp elimizden alınmış olmasının acısını çıkarmak gibi. Bu defa su vermeyi reddediyoruz. Çiçeğin kendiliğinden, bizim çabamız olmaksızın büyüyüp, serpilmesini bekliyoruz, o bize güzelliğini sergiledikten sonra bakım vermeye kendimizi hazır hissedeceğimizi düşünüyoruz ve büyümesini beklediğimiz çiçeğin her geçen gün kuruyup öldüğünü göremeyecek kadar kapatıyoruz gözlerimizi, herhangi bir bağlılık hissetmemek adına.
Neyi neden yaptığımızın veya yapmadığımızın gerekçelerini kendimize defalarca sıralayabiliriz, kendimizi her davranışımızda bir haklılık payımız olduğuna ikna edebiliriz. Çocuklukta karşılanmayan ihtiyaçlarımız, önceki ilişki deneyimlerimiz, insanların ne kadar da güvenilmez olduğunu bize gösteren bir takım yaşantılarımız, bize sanki güvenmemek veya bağlanmamak için yeterli kanıta, yeterli bahaneye sahip olduğumuz hissini yaşatabilir.
Bu hisse tutunup olduğumuz yerde kalabilir, kendimizi ihtiyaç duyduğumuz şeylerden mahrum bırakabiliriz.
Haklı gerekçelerimize sarılıp, farkında bile olmadan kendi kendimizi cezalandırırız.
Bir diğer yol ise, bu ihtiyaçların karşılanması için yaşadığımız dünyanın şekil değiştirmesini beklemek yerine, bizim ne şekilde bu ihtiyaçların karşılanmasını engellediğimizin farkına varmak ve kırılmaya, bir kez daha yaralanmaya açık olmak.