top of page

İş Hayatında Yüksek Standartlar


Statü ve başarı anlamında hedeflediğiniz noktalara ulaştığınızda, bu başarının tadını çıkarmak yerine hemen yeni hedefler belirliyorsanız,

Ulaşmayı planladığınız son noktaya gelmiş olsanız bile bir türlü kendinizden memnun olamıyorsanız,

İş arkadaşlarınıza karşı eleştirel bir tavrınız varsa ve herkesin işini mükemmel yapmasını bekliyorsanız,

İş yerinizdeki aksaklıklara tahammül eşiğiniz düşükse,

İşinizi mükemmel yapma telaşıyla zaman sıkıntısı yaşıyorsanız,

Günlük, haftalık, aylık veya yıllık yapılacaklar listeniz uzayıp gidiyorsa ve buna bir sınır koyamıyorsanız,

Yapılacaklar listenize eklediğiniz ancak gerçekleştiremediğiniz maddeler size kendinizi başarısız hissettiriyorsa,

Yapmanız gereken şeylerin listesi uzadıkça erteliyorsanız ve bir türlü harekete geçemiyorsanız,

Arkadaşlarınızdan size göre daha yüksek statüde olanlar, içten içe

canınızı sıkıyorsa ve "daha alt seviyede" olmayı kabullenemiyorsanız,

Boş zaman geçirebileceğiniz anlarda kendinize hemen bir meşguliyet arıyorsanız,

"Şu projeyi teslim ettikten sonra rahatım", "şu toplantıyı atlattıktan sonra rahatım" tarzında cümleleri sık kullanıyorsanız,

Ancak o "rahatlığa" bir türlü varamıyorsanız...

İş Dünyanızda Yaşadığınız Stresin Kökeni Yüksek Standartlarınız Olabilir.

Hepimiz potansiyelimizi en iyi şekilde değerlendirmek ve mevcut kaynaklarımızla maddi manevi kazanabileceklerimizin en fazlasını kazanmak isteriz.

Bu çok olağan ve anlaşılır bir istektir ve bu sebeple yukarıdaki maddelere baktığımızda, yüksek standartların aslında bir açıdan iş dünyasında gerekli olduğu izlenimine kapılabiliriz.

Hatta belki modern dünyanın bizi yüksek standartlar belirlemek durumunda bıraktığı bile söylenebilir. Ancak her konuda olduğu gibi, bu konuda da "gerekli olan"la "kaçınılması gereken"i birbirinden ayıran kritik bir nokta bulunmaktadır.

Peki, iş dünyamızdaki bu yüksek standartlar nereden geliyorlar?

  • Çocukluktan bu yana yalnızca mükemmel olduğumuz sürece sevileceğimizi öğrenmiş olabiliriz.

  • Herkesten farklı veya üstün olmadığımız sürece bir değerimizin olmadığını hissetmiş olabiliriz ya da belki de yalnızca bu koşulları sağladığımız sürece onay almışızdır.

  • Çocukluğumuzda ayrıcalıklı olduğumuz ve büyük işler başaracağımız çok sık vurgulanmış olabilir.

  • Belki de ebeveynlerimizi memnun etmenin ve onaylarını kazanmanın çok zor olduğunu hissetmişizdir.

  • Öğretmenlerimizden ve ebeveynlerimizden çok fazla aferin almış olabiliriz ve bu aferinler, sevildiğimizi hissettiğimiz anların çoğunluğunu oluşturuyor olabilir.

Eğer yukarıdakilere benzer çocukluk deneyimleriniz olduysa, hayatınızda yüksek standartlar şemasının izlerini görmeniz olasıdır.

Yetişkin hayatımızda bu çocukluk deneyimleri şekil olarak değişiklik gösterse de aslında içeriği hemen hemen aynıdır.

  • Duygusal dünyadan soyutlanıp işkolik olmak

Çünkü ancak çalışırsak değerliyizdir (!)

  • Kendimizi işimizle tanımlamak

Çünkü meslek sıfatlarımız olmaksızın karşımızdaki insan bize ne kadar değer vereceğini bilemez (!)

  • Mesleki başarıyla eş oranda değerli hissetmek

Çünkü ismimizin önüne eklenen her bir unvan bizi daha da değerli kılar (!)

  • Bütün iyilik halimizin, mutluluğumuzun iş hayatımıza göre değişkenlik göstermesi

Çünkü işteki en küçük bir başarısızlık bizim çevremizdeki insanları kaybetmemize sebep olabilir (!)

İş hayatında yüksek standartlardan vazgeçmek her ne kadar zor olsa da bu standartların bizi nelerden mahrum bıraktığı üzerine düşünmekte fayda var.

  • Başarılarımızdan memnuniyet duymamız giderek zorlaşır çünkü her zaman bir sonraki adımımızı düşünürüz.

  • Sürekli tetikte ve gerginizdir. İş bitirme telaşı, her an performans kaygısı..

  • İnsanların bizim bu hırslı ve gergin halimizden sıkılıp, bizden uzaklaşması olasıdır.

  • İş hayatımızdaki en ufak bir başarısızlıkta yıkılmamız çok olasıdır.

  • Gerçekten severek, keyif alarak yapacağımız uğraşlara zaman ayıramayız.

  • Çalışmadığımız anlarda suçluluk duygusuna kapılmamız olasıdır.

  • Mükemmeli kovaladığımız için sonuca ulaştırdığımız işler dahi gözümüze tam anlamıyla bitmiş görünmez, “iş bitirme” hazzını doyasıya yaşayamayız.

  • Bir çeşit “içimize sinme bozukluğu” yaşarız.

  • Bitirmemiz gereken işlerle ilgili “en doğru zaman”, “en iyi mekan”, “en uygun materyal” vs. şeklinde arayışlara gireriz. Bu şartlar sağlanana kadar işe başlayamadığımız anlar yaşarız ve bir “erteleme” döngüsüne gireriz.

Peki, yüksek standartlarımızı biraz olsun azaltmaya karar verdiysek neler yapabiliriz?

Öncelikle içimizdeki cezalandırıcı sesin sahibini bulmamız gerekiyor.

  • Hedeflediğimiz noktalara ulaşamadığımızda ne olacağını düşünüyoruz? Bunu bize aslında kim söylüyor?

  • Bir basamak daha yükseldiğimizde maddi olanaklar dışında ne elde edeceğimizi düşünüyoruz? Temelde neye ihtiyaç duyduğumuz konusunda kendimize açık olmamız gerekir. Onay mı bekliyoruz? Sevgi mi? Güven mi? Saygı mı? Kabul görmek mi?

  • Çevremizdeki insanlar tarafından vazgeçilmez olmanın yolu olarak başarılarımızı mı görüyoruz?

  • Mesleğimizi denklemden çıkardığımız anda değersiz bir insana dönüşeceğimiz inancı zihnimize nasıl ve kimlerin aracılığıyla yerleşti?

Kendinizi serbest bıraktığınız anlarda ve yeni bir hedef belirlerken aklınızdan nelerin geçtiğine dikkat etmeye çalışın.

Yapılacaklar listenize bir göz atın.

  • Listedeki her bir maddeyi gerçekleştirmeniz ne kadar gerçekçi?

  • Bu listede gerçekten öncelikli olan neler var?

  • Bunları ilk sıraya yerleştirin ve tik attığınız her bir iş sonrası rahatlama hissinin gelmesini bekleyin.

  • Rahatlamak ve kendinize iyi gelecek bir şeyler yapmak için bütün bir listeyi tamamlamayı beklemeyin.

  • Kritik nokta, yapacağınız işi, başarılı hissedebileceğiniz büyüklükteki parçalara bölmek!

Kendinizi “tembel”, “başarısız” ve “yetersiz” olarak etiketlemeyin. Onun yerine;

  • “Zihnimde bir yer bana yetersiz olduğumu söylüyor.”

  • “Ne zaman benden daha yüksek statüde bir arkadaşımı görsem, zihnimin içinde bana başarısız olduğumu söyleyen bir ses duyuyorum.” Cümlelerini tercih edin. Çünkü bizim tam da o sesin kaynağını bulmamız gerekiyor.

Diğer bir bakış açısı da, iş hayatımızı bir kaçış olarak görme ihtimalimize işaret etmektedir.

  • İşimize odaklanarak, hangi alan üzerine düşünmekten kaçıyoruz?

  • Belki de işkolik olmak bizi daha “yetersiz” hissettiğimiz bir başka alandan koruyordur.

  • Belki de işteki başarımız, diğer bir alandaki başarısızlık duygumuzun telafisidir.

Hangi boyutun sizin duygu ve düşünce dünyanıza daha çok dokunduğunu inceleyebilirsiniz.

Yüksek standartlardan vazgeçmek, bütünüyle hedeflerden, başarılı olma isteğinden vazgeçmek demek değildir.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, neyi neden yapmak istediğimiz, hangi ihtiyacı karşılamak üzere, hangi motivasyonla hareket ettiğimizdir.

Aksi halde, hedeflerimizin sonucuna dair, aslında işimizle pek de alakası olmayan beklentiler (sevgi, güven, saygı, kabul vb.) içerisinde girebilir ve bu beklentilerin karşılanmadığı her defasında hayal kırıklığı yaşayabiliriz.

Uzun vadede bu durum, kendimizden memnuniyetsizlik ve doyum alamadığımız bir yaşamla sonuçlanabilir.

Transaksiyonel Analiz yaklaşımı, kişilerin erken dönem yaşantılarına dayanarak, henüz çocukluk yıllarındayken bir yaşam senaryosu belirlediğini öne sürmektedir. Bu yaklaşımdan hareketle aslında diyebiliriz ki:

“Zihnimde hiç susmayan bu ses, aslında hep Çocuk Ben’in aldığı kararlar. “Ben iyi değilim, yetersizim.” sonucuna Çocuk Ben vardı. Çocuksu zihniyle, yaşadığı olayları o yönde algıladı ve sevilmek için hep çok başarılı olması gerektiğine ilişkin bir yaşam senaryosu belirledi. Yetişkin Ben, bu senaryoyu değiştirebilir ve koşulsuz şartsız aslında ne kadar sevilebilir olduğuna inanabilir.”

 

  • Grey Twitter Icon
bottom of page