Çocukluk Yaşantılarımız Romantik İlişkilerimizi Nasıl Etkiliyor?

Çocukluk yaşantılarımızın yetişkinlik döneminde kurduğumuz ilişkiler üzerinde önemli etkilerinin bulunduğu yapılan birçok araştırma tarafından desteklenmektedir. Bu ilişkiler günlük hayatımızdaki kişilerarası ilişkilerimizden arkadaş ilişkilerimize ve romantik ilişkilerimize kadar uzanabilmektedir. Bu yazıda çocukluk yaşantılarımızın romantik ilişkilerimiz üzerindeki etkisi ele alınacaktır.
Kişinin hayatta ilişki kurduğu ilk kişi annesidir. Bu sebeple sonrasında kurduğu birçok ilişkiyi, annesiyle kurmuş olduğu bu ilk ilişkiden yola çıkarak inşa etmektedir. Öyle ki, bebeklik ve çocukluk döneminde kendisine bakım veren kişi tarafından (çoğunlukla anne) ihtiyaçları zamanında ve yeterli düzeyde karşılanan bir kişi, yetişkinlik hayatında kurmuş olduğu ilişkilerde de kendisini daha güvende hissetmekte ve duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarını karşılama potansiyeli daha yüksek eşler seçmektedir. Bunun tam tersi olarak, bebeklik ve çocukluk döneminde fiziksel ve duygusal ihtiyaçları yeterli düzeyde karşılanmayan bir kişi, yetişkinlik döneminde de kendisini yine benzer ilişkiler içerisinde bulabilmektedir. İlişkilerimiz üzerinde çoğunlukla ebeveynlerimizle kurduğumuz ilişkilerin etkisi olmakla birlikte, çevremizdeki diğer önemli kişilerle kurduğumuz ilişkiler, oturduğumuz çevrenin kültürel yapısı ve bu çevrede maruz kaldığımız olumlu veya olumsuz durumlar ve sosyal çevremiz de yetişkinlik dönemi ilişkilerimiz üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Yine de destekleyici bir aile yapısı, dış faktörlerin etkisini hafifletici bir işlev gösterebilmektedir.
Yaşadığımız ilişkilerde kendimizi sıklıkla benzer sorunlarla boğuşurken bulabiliyoruz. Aynı şekilde birçok ilişkimizi hep benzer sebeplerle bitirebiliyor ve ilişki yürütemeyeceğimiz karakterde eşler seçme yönünde ısrarcı olabiliyoruz. Bunlara benzer şekilde sürekli tekrarladığımız davranışlar ve takılıp kaldığımız bir takım düşünceler, çocukluk döneminden edindiğimiz bir inancın içerisinde sıkışıp kaldığımızın bir göstergesidir.
İlişkilerdeki kaygılı yapımız, terk edilme korkumuz, aldatılacağımıza yönelik güçlü inancımız, fazla talepkar olmamız veya bize yönelik talepleri karşılayamıyor oluşumuz, hissettiğimiz yoğun kıskançlık veya yetersizlik duygusu, fazla bağlanıyor oluşumuz veya hiç bağlanamamamız ve buna benzer karşılaştığımız birçok yapının kökenlerinde çocukluk dönemi yaşantılarımız olabilmektedir.
Örneğin çocukluk döneminde ebeveynimizden ihtiyacımız olan ilgiyi ve sevgiyi yeterince alamadıysak yetişkinlik döneminde ilişki içerisinde bulunduğumuz kişiden çok fazla ilgi ve sevgi talep edebilir veya herhangi birine karşı ilgi ve sevgi hissetme konusunda zorluk yaşayabiliriz.
Benzer şekilde, çocukluk döneminde sadece istenilen şekilde davrandığımız veya başarılı olduğumuz takdirde ilgi ve sevgi gördüysek, yetişkinlik döneminde partnerimizin onayını alamadığımız durumlara karşı hassasiyet geliştirebilir ve en ufak bir eleştiri halinde terk edileceğimiz hissine kapılabiliriz.
Çocukluk döneminden itibaren yoğun eleştiriye maruz kalma durumunda içten içe kusurlu olduğumuza dair bir inanç geliştirebilir ve insanlarla yakın ilişkiler kurma konusunda tedirginlik yaşayabiliriz çünkü çok fazla yakınımıza gelirlerse bizdeki eksikliği ve kusuru görme ihtimallerinden korkarız.
Eğer ebeveynimiz bizimle gereğinden fazla ilgilendiyse, yapmamız gereken işlerin sorumluluğunu bizim üzerimizden alıp kendisi hallettiyse, hiçbir ihtiyacımızı eksik bırakmama kaygısıyla aslında bizi öz denetimden ve tek başımıza hayatta kalabilme becerisinden yoksun bırakmış demektir. Bu becerilerden yoksun kalmamız sonucunda yetişkinlik dönemi ilişkilerimizde de partnerimize karşı bağımlılık geliştirebilir ve bireyselliğimizi kaybedebiliriz.
Yine benzer durumlar sonucunda, ayrılıklara karşı tahammülümüz çok düşük olabilir ve biten bir ilişkinin ardından hemen bir diğer ilişkiye sarılabiliriz.
Eğer evhamlı bir ebeveyne sahipsek ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı ebeveynimiz tarafından sürekli uyarı aldıysak veya ebeveynimizin kendisi tarafından duygusal, fiziksel veya cinsel istismara maruz kaldıysak, etrafımızdaki kişilere karşı kuşkucu bir tavır sergileyebiliriz. Bu da sonuç olarak, yakın ilişkilerden kaçmamıza veya ilişkide bulunduğumuz kişinin bize
karşı samimi olmadığı şeklinde hislere kapılmamıza neden olabilir.
Her ne kadar mükemmel ebeveynlere sahip olduğumuzu ve mükemmel bir çocukluk geçirdiğimizi düşünsek bile “mükemmel ebeveynlik” kavramının imkânsıza yakın olduğu bilinmektedir. Olumlu ve yapıcı olduğu düşünülen “aferin” sözcüğü dahi fazla dile getirildiğinde, romantik ilişkilerimize bile başarı gözüyle bakmamıza sebep olabilmekte ve olası bir ayrılık durumunda ilişkimizi kaybetmiş olmaktan çok ilişkiyi yürütememiş olmanın getirdiği başarısızlık duygusuyla boğuşmamıza sebep olabilmektedir. Bu noktada yapılması gereken, bu yaşantıların bizi nasıl etkilediğini, davranışlarımızı nasıl şekillendirdiğini fark ederek döngüyü kırmaktır.
Romantik ilişkilerimizde sıklıkla karşılaştığımız problem alanlarına yönelik detaylı incelemeler için takipte kalın. :)
Bir sonraki yazı “Romantik İlişkilerde Terk Edilme Korkusu”